• Shuffle
    Toggle On
    Toggle Off
  • Alphabetize
    Toggle On
    Toggle Off
  • Front First
    Toggle On
    Toggle Off
  • Both Sides
    Toggle On
    Toggle Off
  • Read
    Toggle On
    Toggle Off
Reading...
Front

Card Range To Study

through

image

Play button

image

Play button

image

Progress

1/50

Click to flip

Use LEFT and RIGHT arrow keys to navigate between flashcards;

Use UP and DOWN arrow keys to flip the card;

H to show hint;

A reads text to speech;

50 Cards in this Set

  • Front
  • Back

öncü n


öncü adj


öncülük etmek v

Öncü, yol açan, önder anlamına gelir. İngilizce örnekler:1. She was a pioneer in the field of science. (Bilim alanında bir öncüydü.)2. They aim to pioneer new technology. (Yeni teknolojiyi öncülemeyi amaçlıyorlar.)3. He is considered a pioneer of modern art. (O, modern sanatın öncüsü olarak kabul edilir.)4. The company pioneered innovative solutions. (Şirket, yenilikçi çözümleri öncüledi.)5. Pioneer women played a crucial role in history. (Öncü kadınlar tarihte önemli bir rol oynadı.)6. Their goal is to pioneer sustainable practices. (Hedefleri sürdürülebilir uygulamaları öncülemektir.)7. The pioneer of this movement was a visionary. (Bu hareketin öncüsü bir vizyonere sahipti.)8. He worked tirelessly to pioneer social change. (Toplumsal değişimi öncülemek için çalıştı.)

bira fabrikası

Brewery, birahane veya bira fabrikası anlamına gelir. İngilizce örnekler:1. We visited a local brewery to taste their craft beers. (Yerel birahane ziyaret ettik, el yapımı biralarını tatmak için.)2. The brewery produces a wide variety of beer styles. (Bira fabrikası birçok bira çeşidi üretiyor.)3. He's a brewmaster at a well-known brewery. (O, tanınmış bir bira fabrikasında bir bira ustasıdır.)4. The brewery tour explained the beer-making process. (Bira fabrikası turu, bira yapma sürecini açıkladı.)5. This city has a thriving brewery scene. (Bu şehirde canlı bir birahane sahnesi var.)6. The brewery's signature beer is very popular. (Bira fabrikasının imza birası çok popüler.)7. They opened a new brewery in the industrial area. (Sanayi bölgesinde yeni bir bira fabrikası açtılar.)8. The brewery has won several awards for its brews. (Bira fabrikası biraları için birkaç ödül kazandı.)

sonra-parıltısı

Afterglow İngilizcesi: the glow that remains after a light has disappeared (bir ışık kaybolduktan sonra kalan ışıltı)Örnekler:1. The sunset left a beautiful afterglow. (Günbatımı güzel bir afterglow bıraktı.)2. She gazed at the afterglow of the fireworks. (Havai fişeklerin afterglow'ına baktı.)3. The afterglow of the campfire warmed our faces. (Kamp ateşinin afterglow'ı yüzlerimizi ısıttı.)4. After the storm, the afterglow painted the sky in vivid colors. (Fırtına sonrası, afterglow gökyüzünü canlı renklere boyadı.)5. The afterglow of their success was evident in their smiles. (Başarılarının afterglow'u gülüşlerinde belli oldu.)6. The city's lights created a beautiful afterglow in the evening sky. (Şehrin ışıkları akşam gökyüzünde güzel bir afterglow oluşturdu.)7. Even in the darkness, there's a faint afterglow of hope. (Karanlıkta bile zayıf bir umut afterglow'u vardır.)8. The afterglow of a great performance lingered in the theater. (Büyük bir performansın afterglow'u tiyatroda hala devam ediyordu.)

için için yanmak

"Smoulder" İngilizcesi: to burn slowly with smoke but no flames (duman çıkartarak ama alev oluşturmadan yavaşça yanmak) tf:smoldırÖrnekler:1. The campfire continued to smoulder long after we had gone to bed. (Kamp ateşi yatağa gitmemizden uzun bir süre sonra bile duman çıkartarak yanmaya devam etti.)2. The cigarette was left to smoulder in the ashtray. (Sigara kül tablasında duman çıkartmaya bırakıldı.)3. The remnants of the old building were still smouldering after the fire. (Eski binanın kalıntıları yangından sonra hala duman çıkartıyordu.)4. The fire had smouldered for hours before it finally flared up again. (Yangın saatlerce duman çıkarttıktan sonra nihayet tekrar alevlendi.)5. He watched the embers smoulder in the fireplace. (Şöminede közlerin duman çıkarmasını izledi.)6. The forest fire left behind smouldering trees. (Orman yangını duman çıkaran ağaçlar bıraktı.)7. Her anger seemed to smoulder beneath the surface. (Onun öfkesi yüzeyin altında duman çıkarıyor gibi görünüyordu.)8. The volcano continued to smoulder, causing concern among the locals. (Volkan duman çıkartmaya devam ederek yerel halk arasında endişeye neden oldu.)

açıkça, belirgince

"So patently" İngilizce ifadesi, bir şeyin oldukça açık ve belirgin bir şekilde anlaşılır olduğunu ifade etmek için kullanılır. Bu ifade, bir gerçeği veya durumu vurgularken kullanılır. tf:pedıntliÖrnekler:1. Her talent was so patently obvious that she was destined for success. (Yeteneği o kadar açık ve belirgindi ki başarıya yazgılıydı.)2. The answer to the question was so patently clear that no one could argue against it. (Sorunun cevabı o kadar açık ve belirgindi ki kimse buna karşı çıkamazdı.)3. The fact that he lied was so patently evident from his body language. (Yalan söylediği gerçeği, vücut dilinden o kadar açık ve belirgindi.)4. Her dedication to her work was so patently sincere that it inspired everyone around her. (İşine olan bağlılığı o kadar açık ve samimiydi ki etrafındaki herkesi etkiledi.)

patent

Elbette, "patent" kelimesinin farklı şekillerde kullanıldığı örnekler: tf:pedıntFiil (Verb):1. The inventor decided to patent his groundbreaking invention. (Mucit, çığır açan icadını patentlemeye karar verdi.)2. She successfully patented her new software algorithm. (Yeni yazılım algoritmasını başarıyla patentledi.)Sıfat (Adjective):1. The patented technology revolutionized the industry. (Patentli teknoloji endüstriyi devrim niteliğinde değiştirdi.)2. This is a patented process, so no one else can use it without permission. (Bu, patentli bir süreçtir, bu nedenle izin olmadan kimse bunu kullanamaz.)İsim (Noun):1. The company filed a patent for their new invention. (Şirket, yeni icadı için bir patent başvurusu yaptı.)2. He received a patent for his innovative design. (Yenilikçi tasarımı için bir patent aldı.)"Patent," bir buluşun veya fikrin yasal koruma altına alınması anlamına gelir ve bu terim farklı dilde kullanılır.

başlık


manşet


manşet yapmak

İşte "headline" kelimesinin fiil, sıfat ve isim olarak kullanıldığı örnekler:Fiil (Verb):1. The newspaper will headline the story of the historic event. (Gazete, tarihi olayın hikayesini manşet yapacak.)2. The breaking news headline shocked the viewers. (Sarsıcı haber başlığı izleyicileri şoke etti.)Sıfat (Adjective):1. She is known for her headline-grabbing interviews. (O, manşet çeken röportajlarıyla tanınır.)2. The headline story captured everyone's attention. (Başlık hikayesi herkesin ilgisini çekti.)İsim (Noun):1. The headline in the newspaper highlighted the political crisis. (Gazetede yer alan başlık siyasi krizi vurguladı.)2. Can you summarize the main headlines of today's news for me? (Bugünün haberlerinin başlıklarını bana özetleyebilir misiniz?)

siktir git, toz ol v

get stuffed

övmek


övgü

"Extol," övgüde bulunma anlamına gelen bir fiil olarak kullanılır. İşte bu kelimenin farklı hallerinde örnek cümleler:tf:ekstolFiil (Verb):1. He always extols the virtues of hard work. (O, her zaman çalışmanın erdemlerini över.)2. The teacher extolled the student's dedication to learning. (Öğretmen, öğrencinin öğrenmeye olan bağlılığını övdü.)Sıfat (Adjective):1. The extolled achievements of the team were widely recognized. (Takımın övgüye değer başarıları geniş bir şekilde tanındı.)2. Her extolled leadership qualities made her a respected figure. (Övgü alan liderlik nitelikleri, onu saygın bir figür haline getirdi.)İsim (Noun):1. His extols of various artists' works inspired many. (Sanatçıların eserlerine yönelik övgüleri, birçok kişiyi etkiledi.)2. The extol of her contributions to the community was heartfelt. (Topluma yaptığı katkıların övgüsü içtenlikle yapıldı.)

çok istemek

"Aspire" kelimesi, bir fiil olarak kullanıldığında "arzulamak" veya "hedeflemek" anlamına gelir. İşte örnek cümleler:1. Verb (Fiil): - She aspires to become a successful entrepreneur. (O, başarılı bir girişimci olmayı arzular.) - They aspired to achieve great things in their careers. (Kariyerlerinde büyük şeyler başarmayı hedeflediler.)2. Adjective (Sıfat): - He has an aspirational personality. (O, hedefleyen bir kişiliğe sahiptir.) - As an aspirational student, she always aims for the best grades. (Hedefleyen bir öğrenci olarak, her zaman en iyi notları hedefler.)3. Noun (İsim): - Her aspiration is to make a positive impact on the world. (O'nun hedefi, dünyaya olumlu bir etki yapmaktır.) - The company's primary aspiration is innovation. (Şirketin temel hedefi yenilikçiliktir.)

anlaşamama n


tartışmalı adj

Controversy, tartışma ya da anlaşmazlık anlamına gelir. İşte örnek cümleler:1. Verb (Fiil): - The new policy **controversied** the entire team. (Yeni politika takımın tamamında tartışmaya yol açtı.)2. Adjective (Sıfat): - The **controversial** decision divided the community. (Tartışmalı karar topluluğu böldü.)3. Noun (İsim): - The **controversy** over the project's budget continued for months. (Proje bütçesi üzerindeki anlaşmazlık aylarca devam etti.)

mimari

"Architectural" kelimesi, İngilizce'de bir isim, fiil, sıfat ve zarf olarak kullanılabilir. İşte örnekler:1. Noun (İsim): The architectural design of the building is impressive. (Bina tasarımı)2. Verb (Fiil): They will architectural the plans for the new school. (Planlamak)3. Adjective (Sıfat): The architectural details are exquisite. (Mimari detaylar)4. Adverb (Zarf): He described the building's features architecturally. (Mimari olarak)Türkçe anlamları:1. İsim: Bina tasarımı2. Fiil: Planlamak3. Sıfat: Mimari detaylar4. Zarf: Mimari olarak

İzini sürmek, kaynağını bulmak

"Trace back," İngilizce'de bir ifade olarak kullanılır ve genellikle geçmişteki bir olayın veya kaynağın izini sürme anlamına gelir. Örnek cümleler:1. We need to trace back the origins of this ancient artifact. (Bu eserin antik kökenlerini izlememiz gerekiyor.)2. Let's trace back the history of this tradition to understand its significance. (Bu geleneğin tarihini izleyerek anlamını anlayalım.)Türkçe anlamı: İzini sürmek, kaynağını bulmak

kereste kalas

"Timber," İngilizce'de ağaç malzeme olarak kullanılan odun veya kereste anlamına gelir. Ayrıca, bir binanın veya yapısal bir öğenin iskeleti olarak da kullanılabilir. İşte örnek cümleler:1. The construction of the house involved a lot of timber. (Ev yapımında birçok kereste kullanıldı.)2. They sourced high-quality timber for the furniture. (Mobilya için yüksek kaliteli ağaç malzeme buldular.)Türkçe anlamı: Odun, kereste

cesurca kullanım

"Bold use of," İngilizce'de cesur veya göz önünde bulunan bir şekilde bir şeyin kullanılması anlamına gelir. Bu ifade genellikle tasarım, sanat veya dil kullanımıyla ilişkilendirilir. Örnek cümleler:1. The artist's bold use of color made the painting stand out. (Sanatçının cesur renk kullanımı tabloyu öne çıkardı.)2. The writer's bold use of metaphor added depth to the novel. (Yazarın cesur metafor kullanımı romana derinlik kattı.)Türkçe anlamı: Cesur kullanım

sopa


ince direk


sirkte yürümede kullanılan ayakkar

"Stilt" Türkçede "sopa" veya "ince direk" anlamına gelir. Örnek cümleler:1. He used a stilt to reach the high shelf. (Yüksek rafa ulaşmak için ince bir sopası kullandı.)2. She walked on stilts at the circus. (Sirkte sopaların üzerinde yürüdü.)3. The stilt snapped under his weight. (Sopası onun ağırlığı altında kırıldı.)4. They propped up the tent with wooden stilts. (Çadırı tahta sopalarla desteklediler.)5. The construction worker adjusted the stilt's height. (İnşaat işçisi sopanın yüksekliğini ayarladı.)6. Stilts can be used in marshy areas to walk on. (Sopalar bataklık bölgelerinde yürümek için kullanılabilir.)7. The artist created a sculpture using metal stilts. (Sanatçı, metal sopalar kullanarak bir heykel yaptı.)8. She practiced her balance on the stilts. (Denge yeteneğini sopaların üzerinde çalıştı.)

sütün, direk

"Pillar" Türkçede "sütun" veya "direk" anlamına gelir. Örnek cümleler:1. The ancient temple had majestic pillars. (Antik tapınak etkileyici sütunlara sahipti.)2. These pillars support the weight of the building. (Bu direkler binanın ağırlığını destekler.)3. The company's success is built on strong pillars. (Şirketin başarısı sağlam temellere dayanıyor.)4. The community center is a pillar of the neighborhood. (Toplum merkezi mahallenin bir direğidir.)5. They used marble for the pillars in the government building. (Hükümet binasındaki sütunlar için mermer kullandılar.)6. The church's interior featured ornate pillars. (Kilisenin iç mekanında süslü sütunlar bulunuyordu.)7. These pillars are part of the architectural design. (Bu sütunlar, mimari tasarımın bir parçasıdır.)8. The education system is considered a pillar of society. (Eğitim sistemi toplumun bir direği olarak kabul edilir.)

beam ve pillar farkı

Beam ve pillar kelimeleri farklı bağlamlarda kullanılır ve belirli farklar gösterirler:- **Beam**: 1. Çoğunlukla yatay bir destek elemanını tanımlamak için kullanılır. (Example: The steel beam supports the floor above. - Çelik kiriş üstündeki zemini destekler.) 2. "Beam" ayrıca ışık veya enerji ışını anlamında da kullanılır. (Example: The sun's beams shone through the window. - Güneşin ışınları pencereden içeri vuruyordu.)- **Pillar**: 1. Dikdörtgen veya dairesel bir sütunu tanımlamak için kullanılır. (Example: The pillars of the ancient castle were ornately carved. - Antik kale sütunları süslü bir şekilde oyulmuştu.) 2. "Pillar" ayrıca bir organizasyonun temel veya destek unsuru anlamında da kullanılabilir. (Example: Education is a pillar of a strong society. - Eğitim, güçlü bir toplumun temel taşıdır.)Yani, "beam" ve "pillar" kelimeleri yapısal ve işlevsel farkları yüzünden farklı bağlamlarda kullanılırlar.

bir şeyin çıkarılması

"Stripped of" ifadesi, bir şeyin yoksun bırakıldığı veya çıkarıldığı anlamına gelir. Örnek cümleler:1. He was stripped of his title after the scandal. (Skandal sonrası unvanı elinden alındı.)2. The car was stripped of its old paint and given a fresh coat. (Araba eski boyası çıkarıldı ve yeni bir kat boyandı.)3. She felt stripped of her dignity in that situation. (O durumda onun gururu çalınmış gibi hissetti.)4. The tree was stripped of its leaves in the autumn. (Ağaç sonbaharda yapraklarından soyuldu.)5. The room was stripped of furniture for renovation. (Oda, yenileme için mobilyalardan arındırıldı.)6. He was stripped of his possessions and left with nothing. (Onun eşyaları alındı ve hiçbir şeyi kalmadı.)7. The document was stripped of sensitive information before release. (Belge, yayımlanmadan önce hassas bilgilerden arındırıldı.)8. The novel was stripped of unnecessary details to make it concise. (Roman, öz olması için gereksiz ayrıntılardan soyuldu.)

azaltmak


düşürmek


kötülemek

"Detract(from)" kelimesi, Türkçe'de "kötülemek, değerini düşürmek" anlamına gelir. İşte örnekler:1. He didn't want to detract from her achievements. (Onun başarılarından değer düşürmek istemedi.) [Verb]2. Her detracting comments affected his confidence. (Onun kötüleyici yorumları, onun özgüvenini etkiledi.) [Adjective]3. She often detracts from the team's efforts. (Ofta, takımın çabalarından değer düşürür.) [Verb]4. The detracted value of the antique car surprised everyone. (Antika arabasının değerinin düşmesi herkesi şaşırttı.) [Adjective]5. He detracted from the success with his negative attitude. (Olumsuz tavrıyla başarıdan değer düşürdü.) [Verb]6. His detracting words hurt her feelings. (Onun kötüleyici sözleri onun duygularını incitti.) [Verb]7. Detractors often overlook the positive aspects. (Kötüleyenler genellikle olumlu yönleri göz ardı ederler.) [Noun]8. The criticism continued to detract from their performance. (Eleştiri, performanslarından değer düşürmeye devam etti.) [Verb]

azalmak anlamına gelen tum kelimeler ve arasındaki farklar

"Detract," "reduce," "decrease," ve "diminish" kelimeleri benzer anlamlara sahiptir, ancak bazı ince farklar vardır. İşte bu kelimelerin farklarına ilişkin örnekler:1. **Detract** (Azaltmak veya Değerini Düşürmek): - The negative comments about the product **detracted** from its appeal. (Ürünle ilgili negatif yorumlar, çekiciliğini **azalttı**.)2. **Reduce** (Azaltmak veya Küçültmek): - We need to **reduce** our expenses to save money. (Para biriktirmek için giderlerimizi **azaltmamız** gerekiyor.) - The company plans to **reduce** the workforce by 10%. (Şirket, iş gücünü %10 **azaltmayı** planlıyor.)3. **Decrease** (Azalmak veya Azaltmak): - The temperature is expected to **decrease** throughout the week. (Sıcaklık hafta boyunca **azalması** bekleniyor.) - They decided to **decrease** the price of the product. (Ürünün fiyatını **azaltmaya** karar verdiler.)4. **Diminish** (Azalmak veya Azaltmak): - His influence in the company began to **diminish** over time. (Zamanla şirketteki etkisi **azalmaya** başladı.) - The quality of the service should not **diminish** with time. (Hizmetin kalitesi zamanla **azalmamalı**.)Bu kelimeler benzer anlamlar taşır, ancak kullanıldıkları bağlama ve ifade etmek istediğiniz şeye bağlı olarak tercih edilirler.

ekonomik buhran

"Ekonomik depresyon," Türkçe'de "ekonomik buhran" olarak ifade edilir. İşte örnek cümleler:1. The economic depression in the 1930s was known as the Great Depression. (1930'lardaki ekonomik buhran Büyük Buhran olarak biliniyordu.)2. Many people lost their jobs during the economic depression. (Birçok insan ekonomik buhran sırasında işlerini kaybetti.)3. Governments implement various policies to mitigate the impact of economic depressions. (Hükümetler, ekonomik buhranların etkisini hafifletmek için çeşitli politikalar uygularlar.)4. The stock market crashed during the economic depression. (Hisse senedi piyasası ekonomik buhran sırasında çöktü.)5. Businesses often struggle to survive in times of economic depression. (İşletmeler, ekonomik buhran dönemlerinde hayatta kalmak için sık sık zorlanır.)6. The government's response to the economic depression was met with mixed reactions. (Hükümetin ekonomik buhrana yanıtı karışık tepkilere neden oldu.)7. Some economists study the causes of economic depressions to prevent future crises. (Bazı ekonomistler, gelecekteki krizleri önlemek için ekonomik buhranların nedenlerini incelerler.)8. Charity organizations play a crucial role in helping people during economic depressions. (Hayır kurumları, ekonomik buhranlar sırasında insanlara yardım etmede kritik bir rol oynarlar.)

hızlı ve kolayca halledilebilir

"Quick and easy to handle," Türkçe'de "hızlı ve kolayca yönetilebilir" anlamına gelir. İşte örnek cümleler:1. This software provides a quick and easy-to-handle solution for data analysis. (Bu yazılım, veri analizi için hızlı ve kolayca yönetilebilir bir çözüm sunar.)2. The new smartphone is designed to be quick and easy to handle for everyday tasks. (Yeni akıllı telefon, günlük görevler için hızlı ve kolayca yönetilebilir olacak şekilde tasarlanmıştır.)3. The instructions are clear, making the assembly of the furniture quick and easy to handle. (Talimatlar açıktır, bu nedenle mobilyaların montajı hızlı ve kolayca yönetilebilir.)4. The project's success is partly due to its quick and easy-to-handle approach. (Projenin başarısı, kısmen hızlı ve kolayca yönetilebilir yaklaşımından kaynaklanmaktadır.)

montaj n


birleştirme n


toplantı n

"Assembly," Türkçe'de "montaj, birleştirme, toplama" anlamına gelir. İşte örnekler:1. The assembly of the new furniture took some time. (Yeni mobilyaların montajı biraz zaman aldı.)2. In the factory, assembly line workers put together various components to build the product. (Fabrikada, montaj hattı işçileri ürünü inşa etmek için çeşitli parçaları birleştirirler.)3. The assembly of the jigsaw puzzle was a fun family activity. (Yapbozun birleştirilmesi ailece eğlenceli bir etkinlikti.)4. They organized an assembly to discuss important issues with the employees. (Çalışanlarla önemli konuları tartışmak için bir toplantı düzenlediler.)

ön üretmek, önceden üretmek

"Prefabricate," Türkçe'de "ön üretmek, önceden üretmek" anlamına gelir. İşte örnek cümleler:1. They decided to prefabricate the walls of the new building off-site to speed up construction. (Yeni binanın duvarlarını inşaat sürecini hızlandırmak için yerinde olmayan bir şekilde ön üretmeye karar verdiler.)2. Prefabricated sections of the bridge were assembled on-site. (Köprünün ön üretilmiş bölümleri yerinde bir araya getirildi.)3. Prefabrication can significantly reduce construction time and costs. (Ön üretim, inşaat süresini ve maliyetleri önemli ölçüde azaltabilir.)4. The company specializes in prefabricated modular homes. (Şirket, ön üretim modüler evlerde uzmanlaşmıştır.)

itibarını zedelemek, güvenilirliğini düşürmek

"Discredit," Türkçe'de "itibarını zedelemek, güvenilirliğini düşürmek" anlamına gelir. İşte örnekler:1. The false accusations were intended to discredit his reputation. (Yanlış suçlamalar, onun itibarını zedelemek amacıyla yapılmıştı.)2. His unethical behavior discredited him in the eyes of his colleagues. (Etik olmayan davranışları, meslektaşlarının gözünde onun güvenilirliğini düşürdü.)3. Discrediting a political opponent is a common strategy in election campaigns. (Bir siyasi rakibi itibarsızlaştırmak, seçim kampanyalarında yaygın bir stratejidir.)4. The scandal did significant damage to the company's image, discrediting its leadership. (Skandal, şirketin imajına önemli zarar verdi ve liderliğini itibarsızlaştırdı.)


"Discredit" kelimesini bir isim olarak kullanmak için "discreditation" veya "discrediting" terimlerini kullanabilirsiniz. İşte örnek cümleler:1. The false accusations led to the discrediting of his achievements. (Yanlış suçlamalar, onun başarılarının itibarsızlaşmasına yol açtı.) [Discrediting]2. The discreditation of the company's reputation was a significant blow. (Şirketin itibarının zedelenmesi büyük bir darbe oldu.) [Discreditation]3. His actions resulted in the discrediting of his leadership. (Onun eylemleri, liderliğinin itibarsızlaşmasına neden oldu.) [Discrediting]4. The discrediting of the scientist's research findings was unjust. (Bilim insanının araştırma bulgularının itibarsızlaşması haksızdı.) [Discrediting]

mülk, arazi, malvarlığı, miras

"Estate," Türkçe'de farklı anlamlara gelebilen bir kelime olup genellikle "mülk, arazi, malvarlığı, miras" gibi anlamlara gelir. İşte örnekler:1. He inherited a large estate from his grandparents. (Büyük ebeveynlerinden büyük bir miras kaldı.)2. The real estate market is booming in the city. (Şehirde gayrimenkul pazarı hızla büyüyor.)3. Her estate includes various properties and investments. (Mirası çeşitli mülkler ve yatırımları içerir.)4. The estate manager oversees the maintenance of the properties. (Mülklerin bakımını yöneten mülkiyet müdürü.)5. She lived in a beautiful estate in the countryside. (O, kırsalda güzel bir malikânette yaşıyordu.)

gayrimenkul

"Real estate," Türkçe'de "gayrimenkul" olarak ifade edilir. İşte örnek bir cümle:"The real estate market has been quite competitive in recent years." (Son yıllarda gayrimenkul pazarı oldukça rekabetçi oldu.)


The real estate market is booming in the city. (Şehirde gayrimenkul pazarı hızla büyüyor.)

rüzgarın etkisiyle şekillenmiş

"Windswept" Türkçe'de "rüzgarın etkisiyle şekillenmiş" anlamına gelir. Örnekler:1. The windswept hill (Rüzgarın etkisiyle şekillenmiş tepe)2. Her hair looked windswept. (Saçları rüzgarın etkisiyle dağılmış görünüyordu.)3. They enjoyed the windswept beach. (Rüzgarın etkisiyle şekillenmiş sahilde keyif aldılar.)4. The tree stood windswept and alone. (Ağaç rüzgarın etkisiyle şekillenmiş ve yalnız duruyordu.)5. He walked along the windswept coastline. (Rüzgarın etkisiyle şekillenmiş sahil boyunca yürüdü.)6. Her dress fluttered in the windswept field. (Elbisesi rüzgarın etkisiyle şekillenmiş tarlada dalgalanıyordu.)7. The building's design was inspired by the windswept cliffs. (Bina tasarımı, rüzgarın etkisiyle şekillenmiş uçurumlardan ilham aldı.)8. The old lighthouse stood proudly on the windswept rock. (Eski deniz feneri, rüzgarın etkisiyle şekillenmiş kayanın üzerinde gururla duruyordu.)

bozkır, çayır

"Moor" kelimesi Türkçe'de "bozkır" veya "çayır" anlamına gelir. tf:moğr1. The moor stretched for miles. (Bozkır milce uzanıyordu.)2. They enjoyed a picnic on the moor. (Bozkırda piknik yapmayı keyif aldılar.)3. Moorland is known for its open landscapes. (Bozkır, açık manzaralarıyla tanınır.)4. The cattle grazed on the moor. (Sığır sürüleri bozkırda otladı.)5. He walked across the moor, taking in the beauty of nature. (Doğanın güzelliğini içine çekerek bozkırın üstünden yürüdü.)6. The moor was covered in wildflowers. (Bozkır yabani çiçeklerle kaplıydı.)7. Birds of prey could often be seen hunting on the moor. (Yırtıcı kuşlar genellikle bozkırda avlanırken görülebilirdi.)8. The novel's setting was a remote moor in England. (Romanın mekanı İngiltere'de uzak bir bozkırdı.)

demir atmak

"Demir atmak" İngilizce olarak "to anchor" olarak ifade edilir. Örnekler:1. The ship anchored in the harbor. (Gemi limanda demir attı.)2. They decided to anchor the boat near the island. (Adanın yakınlarında tekneyi demirlemeye karar verdiler.)3. Anchoring a boat requires a sturdy anchor. (Bir tekneyi demirlemek için sağlam bir demir gerekir.)4. The captain instructed the crew to anchor the ship safely. (Kaptan, mürettebata gemiyi güvenli bir şekilde demirlemelerini söyledi.)5. It's important to know how to anchor a vessel properly. (Bir gemiyi doğru bir şekilde demirlemeyi bilmek önemlidir.)6. The yacht was anchored in the calm bay. (Yat sakin koyda demirlemişti.)7. The sailors had experience in anchoring in various conditions. (Denizciler, çeşitli koşullarda demirleme deneyimine sahipti.)8. Anchoring securely is essential for safety in rough seas. (Sert denizlerde güvenli bir şekilde demirlemek güvenlik için esastır.)

gösteri, gösteri yapmak

"Parade," İngilizce'de hem isim (noun) hem de fiil (verb) olarak kullanılabilir. Ayrıca, "parade" kelimesinin herhangi bir sıfat (adjective) veya zarf (adverb) haline gelmiş formu yoktur. İşte örnekler:**Noun (İsim) Hali:**1. The annual parade is a colorful event. (Yıllık geçit töreni renkli bir etkinliktir.)2. The parade features marching bands and floats. (Geçit töreni yürüyen müzik grupları ve flotlar içerir.)**Verb (Fiil) Hali:**1. They will parade down the main street. (Ana cadde boyunca yürüyecekler.)2. The soldiers paraded in uniform. (Askerler üniformalarıyla geçit yaptılar.)


The soldiers were parading through the city. (Askerler şehirde geziyordu.)


People were parading with pride during the national celebration. (Ulusal kutlama sırasında insanlar gururla geziyordu.)The children were parading their homemade floats in the school parade. (Çocuklar okul geçidinde kendi yaptıkları flotları sergiliyorlardı.)Parading in front of the crowd required confidence. (Kalabalığın önünde gezmek özgüven gerektirirdi.)The circus performers were parading their talents in the big top. (Sirk sanatçıları büyük çadırda yeteneklerini sergiliyordu.)

hayal kırıklığına uğratmak

"Disillusion" kelimesi, Türkçe'de "hayal kırıklığına uğratmak" anlamına gelir. Ayrıca sıfat, zarf, isim ve fiil halleri vardır. İşte örnekler:**Fiil (Verb) Hali:**1. The harsh truth disillusioned him. (Acı gerçek onu hayal kırıklığına uğrattı.)**İsim (Noun) Hali:**2. The disillusionment of his dreams was painful. (Hayallerinin hayal kırıklığı acı vericiydi.)**Sıfat (Adjective) Hali:**3. She felt disillusioned after the failed project. (Başarısız proje sonrası hayal kırıklığına uğramış hissetti.)4. The disillusioned employees sought new opportunities. (Hayal kırıklığına uğramış çalışanlar yeni fırsatlar aradı.)**Zarf (Adverb) Hali:**5. He looked at the situation disillusionedly. (Durumu hayal kırıklığı içinde değerlendirdi.)6. She spoke about her experiences disillusionedly. (Deneyimlerinden hayal kırıklığı içinde konuştu.)

taklit etmek v


taklit, fake, sahte n


taklitçi adj

"Imitate" kelimesi, Türkçe'de "taklit etmek" anlamına gelir. Ayrıca sıfat, zarf, isim ve fiil halleri vardır. İşte örnekler:**Fiil (Verb) Hali:**1. She can imitate different accents perfectly. (Farklı aksanları mükemmel bir şekilde taklit edebilir.)2. The comedian imitated famous politicians in his act. (Komedyen gösterisinde ünlü siyasetçileri taklit etti.)**İsim (Noun) Hali:**3. His imitation of a famous actor was impressive. (Ünlü bir aktörün taklidi etkileyiciydi.)**Sıfat (Adjective) Hali:**4. His imitative skills were remarkable. (Taklit yetenekleri dikkat çekiciydi.)5. The imitative behavior of children is common. (Çocukların taklit eden davranışları yaygındır.)**Zarf (Adverb) Hali:**6. She imitated the dance moves flawlessly. (Dans hareketlerini kusursuz bir şekilde taklit etti.)7. He can imitate voices incredibly accurately. (Sesleri inanılmaz derecede doğru bir şekilde taklit edebilir.)

aynı zamanda veya yerde var olmak v n adj

"Coexist" kelimesi, Türkçe'de "bir arada var olmak" anlamına gelir. Ayrıca sıfat, zarf, isim ve fiil halleri vardır. İşte örnekler:**Fiil (Verb) Hali:**1. Different cultures can coexist harmoniously. (Farklı kültürler uyum içinde bir arada var olabilirler.)2. In this park, humans and wildlife coexist peacefully. (Bu parkta insanlar ve vahşi yaşam huzur içinde bir arada var olurlar.)**İsim (Noun) Hali:**3. The coexistence of multiple species is vital for the ecosystem. (Birden fazla türün bir arada varlığı ekosistem için hayati önem taşır.)**Sıfat (Adjective) Hali:**4. Coexistent communities often share resources. (Bir arada var olan topluluklar sıkça kaynakları paylaşırlar.)5. Coexisting cultures can enrich each other. (Bir arada var olan kültürler birbirini zenginleştirebilir.)**Zarf (Adverb) Hali:**6. These two species can coexist peacefully. (Bu iki tür huzur içinde bir arada var olabilirler.)7. They coexist side by side in the same habitat. (Aynı yaşam alanında yan yana bir arada var olurlar.)

insansı maymunlar

"Apes" kelimesi sadece bir isim (noun) olarak kullanılır ve başka halleri (adjective, adverb, verb) yoktur. İşte bir örnek:1. Apes are a diverse group of primates, including chimpanzees and gorillas. (Maymunlar, şempanzeler ve goriller dahil olmak üzere çeşitli primatlar grubudur.)

yan n


yanal adj


yanlamasına adv

"Lateral" kelimesi hem sıfat (adjective) hem de isim (noun) olarak kullanılır ve ayrıca bazı özel terimlerde adverb veya verb olarak da kullanılabilir. İşte örnekler:**Sıfat (Adjective) Hali:**1. He suffered a lateral ankle sprain during the game. (Oyun sırasında yan bileğine lateral bir burkulma yaşadı.)2. The lateral movement of the vehicle was limited. (Araçtaki yan hareket sınırlıydı.)**İsim (Noun) Hali:**3. The lateral of the building had a beautiful view. (Binanın yan tarafı güzel bir manzaraya sahipti.)**Adverb Hali:**4. The car moved laterally, sliding on the icy road. (Araba yan olarak kayarak buzlu yolda ilerledi.)**Verb Hali:**5. The basketball player lateraled the ball to a teammate. (Basketbol oyuncusu topu bir takım arkadaşına yandan pasladı.)

solak adj


solaklık n


(sağlak, sağlaklık için de aynı)

"Left-handed" kelimesi sıfat (adjective) olarak kullanılır ve özellikle bir kişinin sol elle yapılan işleri ifade etmek için kullanılır. İşte bir örnek:1. He is a left-handed writer. (O, solak bir yazardır.)Left-handedness is less common than right-handedness in the population. (Solaklık, nüfusta sağ elini kullanma oranından daha az yaygındır.)

taraflı adj


taraflılık n

"Sided" kelimesi sıfat (adjective) veya isim (noun) olarak kullanılır. Ancak adverb veya verb halleri yoktur. İşte örnekler:Sıfat (Adjective) Hali:Double-sided tape is used for sticking two surfaces together. (Çift taraflı bant, iki yüzeyi bir araya yapıştırmak için kullanılır.)She had a one-sided conversation with her friend. (Arkadaşıyla tek taraflı bir konuşma yaptı.)



"Sidedness" kelimesi bir isim (noun) olarak kullanılır ve bir şeyin veya durumun iki tarafından bahseder. Bu kelimenin adjective, adverb veya verb halleri yoktur. İşte bir örnek:1. The sidedness of the issue became clear as both perspectives were presented. (Her iki bakış açısı da sunulduğunda, konunun iki tarafı da açığa çıktı.)

simetri


simetrik


asimetri


asimetrik

"Symmetry" kelimesi "simetri" anlamına gelirken, "symmetric" kelimesi "simetrik" olarak kullanılır. İşte karşıt anlamlı olarak kullanılan "asymmetry" kelimesi:- "Asymmetry" kelimesi "asimetri" anlamına gelir.- "Asymmetric" kelimesi "asimetrik" olarak kullanılır.

den dan (abketleri anlatırken kullanılan)

out of


ör: Nine out of ten people are right-handed.

miras almak v


miras n


mirasçı adj

"Inherit" Türkçe'de "miras almak" anlamına gelir. İşte farklı halleriyle örnekler:1. Noun (İsim): - He received an inheritance from his grandfather. (Büyükbabasından miras aldı.) - The inheritance included a valuable painting. (Miras, değerli bir tabloyu içeriyordu.)2. Verb (Fiil): - She will inherit the family business. (Aile işini devralacak.) - They inherited their mother's love for gardening. (Bahçe işlerine olan sevgiyi annelerinden miras aldılar.)3. Adjective (Sıfat): - He is the inheriting son of the wealthy family. (Zengin ailenin miras alan oğlu.) - The inherited wealth brought new responsibilities. (Miras olarak gelen servet yeni sorumluluklar getirdi.)4. Adverb (Zarf): - She managed to spend the money wisely after inheriting it. (Onu miras aldıktan sonra parayı akıllıca harcamayı başardı.) - The company's success was inherited from previous generations. (Şirketin başarısı önceki nesillerden miras kaldı.)Umarım bu örnekler İngilizce'deki "inherit" kelimesinin farklı hallerini anlamanıza yardımcı olur.

tek yumurta ikizi

"Identical twin" Türkçe karşılığı: "Aynı ikiz" demektir.Örnekler:1. She has an identical twin sister. (Onun aynı ikizi bir kız kardeşi var.)2. Identical twins often look very much alike. (Aynı ikizler genellikle birbirlerine çok benzerler.)3. Identical twins share the same DNA. (Aynı ikizler aynı DNA'yı paylaşırlar.)4. They are identical twins, but they have different personalities. (Onlar aynı ikizler, ama farklı kişiliklere sahipler.)5. Identical twins can be distinguished by their fingerprints. (Aynı ikizler parmak izleriyle ayırt edilebilirler.)

çift yumurta ikizi

"Çift yumurta ikizi" İngilizce'de "fraternal twin" olarak ifade edilir.Örnekler:1. She has a fraternal twin brother. (Onun çift yumurta ikizi bir erkek kardeşi var.)2. Fraternal twins are non-identical siblings. (Çift yumurta ikizleri aynı olmayan kardeşlerdir.)3. Fraternal twins can be of different genders. (Çift yumurta ikizleri farklı cinsiyetlerde olabilirler.)4. Fraternal twins may or may not look alike. (Çift yumurta ikizleri birbirine benziyor olabilir ya da olmayabilir.)5. Fraternal twins are the result of two separate fertilized eggs. (Çift yumurta ikizleri iki ayrı döllenmiş yumurtanın sonucudur.)

pıhtı n


pıhtılaşmak v

"Clot" kelimesi Türkçe'de "pıhtı" anlamına gelir. İşte farklı halleriyle örnekler:1. Noun (İsim): - A blood clot can be dangerous if it blocks a blood vessel. (Bir kan pıhtısı, bir kan damarını tıkarsa tehlikeli olabilir.) - The doctor examined the clot in the patient's leg. (Doktor, hastanın bacağındaki pıhtıyı inceledi.)2. Verb (Fiil): - Blood can clot to stop bleeding. (Kan, kanamayı durdurmak için pıhtılaşabilir.) - If you cut yourself, the body will naturally try to clot the blood. (Kendinizi keserseniz, vücut kanı doğal olarak pıhtılaştırmaya çalışır.)3. Adjective (Sıfat): - The clotting process is essential for wound healing. (Pıhtılaşma süreci, yara iyileşmesi için önemlidir.) - The clot formation can vary depending on the injury. (Pıhtı oluşumu, yaralanmaya bağlı olarak değişebilir.)4. Adverb (Zarf): - The blood clot formed rapidly. (Kan pıhtısı hızla oluştu.) - The wound healed surprisingly quickly, with the blood clotting effectively. (Yara şaşırtıcı bir şekilde hızlı bir şekilde iyileşti ve kan pıhtılaşması etkiliydi.)Umarım bu örnekler "clot" kelimesinin farklı hallerini ve anlamlarını daha iyi anlamanıza yardımcı olur.

oluşum n


oluşturmak v


şekillendirici adj

"Formation" İngilizce'de birkaç farklı biçimde kullanılabilir. İşte örnekler:1. Noun (İsim): - The **formation** of this new company is a significant event. (Bu yeni şirketin **kuruluşu**, önemli bir olaydır.) - The geologist studied the rock **formations** in the area. (Jeolog, bölgedeki kaya **oluşumlarını** inceledi.)2. Verb (Fiil): - The team will **form** a new strategy for the project. (Ekip, projeye yeni bir strateji **oluşturacak**.) - They decided to **reform** their company's policies. (Şirket politikalarını **yeniden şekillendirmeye** karar verdiler.)3. Adjective (Sıfat): - The **formative** years of a person's life are crucial for development. (Bir kişinin hayatının **şekillendirici** yılları, gelişim için önemlidir.) - She has a **well-formed** plan for her future. (Geleceği için **iyi bir şekilde oluşturulmuş** bir planı var.)4. Adverb (Zarf): - They worked together **formidably** to complete the project. (Projeyi tamamlamak için **etkileyici bir şekilde** birlikte çalıştılar.)İhtiyacınıza göre kullanımına bağlı olarak "formation" kelimesi farklı anlamlara gelebilir.

korkunç, etkileyici

"Formidable" kelimesi İngilizce'de bir sıfat olarak kullanılır ve "korkunç" veya "etkileyici" anlamına gelir. İşte örnekler:1. Adjective (Sıfat): - The boxer's strength and skill make him a **formidable** opponent. (Boksörün gücü ve becerisi onu **korkunç** bir rakip yapıyor.) - Her intelligence and determination are truly **formidable** qualities. (Zekası ve kararlılığı gerçekten **etkileyici** niteliklerdir.)"Formidable" kelimesinin adverb, noun veya verb hali yoktur; yalnızca bir sıfat olarak kullanılır.

yarımküre

"Hemisphere" İngilizce'de bir isim (noun) olarak kullanılır ve "yarım küre" anlamına gelir. İşte örnekler:1. Noun (İsim): - The Earth is divided into the Northern and Southern **hemispheres**. (Dünya, Kuzey ve Güney **yarım küreleri** olarak bölünmüştür.) - The brain has two **hemispheres**: the left and the right. (Beyin, iki **yarım küreye** sahiptir: sol ve sağ.)"Hemisphere" kelimesinin sıfat (adjective), zarf (adverb) veya fiil (verb) hali yoktur; sadece bir isim olarak kullanılır.

veya tersi(İtalyancadan alınma)

"Vice versa" İngilizce bir ifade olarak kullanılır ve "tersine" veya "tam tersi" anlamına gelir. İşte örnekler:- You can use my laptop, and **vice versa**. (Benim dizüstü bilgisayarımı kullanabilirsiniz ve **tam tersi** de geçerlidir.)- He likes the city, and **vice versa**, the city likes him. (Şehri sever ve **tersine**, şehir onu sever.)"Vice versa" kelimesinin sıfat (adjective), zarf (adverb), veya fiil (verb) hali yoktur; sadece özel bir ifade olarak kullanılır.

çift taraflı

"Bilateral" kelimesi İngilizce'de bir sıfat olarak kullanılır ve "iki tarafı olan" veya "çift taraflı" anlamına gelir. İşte örnekler:1. Adjective (Sıfat): - The **bilateral** trade agreement benefited both countries. (**Çift taraflı** ticaret anlaşması her iki ülkeye de fayda sağladı.) - The **bilateral** talks between the two leaders were productive. (İki lider arasındaki **çift taraflı** görüşmeler verimliydi.)"Bilateral" kelimesinin adverb (zarf), noun (isim), veya verb (fiil) hali yoktur; yalnızca bir sıfat olarak kullanılır.