Use LEFT and RIGHT arrow keys to navigate between flashcards;
Use UP and DOWN arrow keys to flip the card;
H to show hint;
A reads text to speech;
32 Cards in this Set
- Front
- Back
|
Draught |
"Draught," İngilizce'de "çekme," "akım" veya "rüzgarın yönü ve hızı" anlamına gelir. Bu kelime aynı zamanda "bir içeceğin içilebilirlik derecesi" veya "çizim" anlamında da kullanılır. Could you close the door? I feel a draught. (Kapıyı kapatabilir misiniz? Bir hava akımı hissediyorum.)
This beer has a light and refreshing draught. (Bu bira hafif ve ferah içilebilirlik derecesine sahip.)
The architect presented the draught of the new building to the client. (Mimari, yeni binanın çizimini müşteriye sundu.) |
|
|
Disruptive |
"Disruptive," İngilizce'de "bozucu," "rahatsız edici" veya "düzeni bozan" anlamına gelir. Bu kelime, bir süreci, toplumu, organizasyonu veya rutini olumsuz bir şekilde etkileyen veya bozan bir şeyi tanımlamak için kullanılır. Ayrıca, yeni bir fikir, teknoloji veya girişim hakkında kullanıldığında, mevcut durumu değiştiren veya geleneksel normlara meydan okuyan bir anlam taşır.
The disruptive noise from the construction site made it difficult to concentrate. (İnşaat alanından gelen bozucu gürültü, konsantre olmayı zorlaştırdı.) The company introduced a disruptive technology that revolutionized the industry. (Şirket, endüstriyi devrim yaratan bir teknoloji ile tanıştırdı.) Her disruptive behavior in class disrupted the learning environment for others. (Sınıftaki bozucu davranışları, diğerlerinin öğrenme ortamını bozdu.)
The disruptive effects of the pandemic were felt across all sectors of society. (Pandeminin bozucu etkileri toplumun tüm sektörlerinde hissedildi.) |
|
|
Longtituding |
"Longitudinal," İngilizce'de "uzunlamasına" veya "uzunluksal" anlamına gelir. Bu terim, bir nesnenin uzunluğu boyunca gerçekleşen veya uzanan bir şeyi ifade etmek için kullanılır. Ayrıca, bir araştırma veya çalışma yöntemi olarak kullanıldığında, belirli bir zaman dilimi boyunca veri veya bilgi toplamanın uzunlamasına bir yaklaşımını ifade eder.
The longitudinal study tracked the development of children from infancy through adolescence.(Uzunlamasına yapılan bu çalışma, bebeklerin çocukluklarından ergenlik dönemine kadar olan gelişimini takip etti. The car has longitudinal seating, allowing more legroom for passengers in the back. (Araba uzunlamasına oturma düzenine sahiptir, bu da arka koltuklardaki yolcular için daha fazla bacak mesafesi sağlar.)
Longitudinal data analysis involves examining changes in variables over an extended period of time.(Uzunlamasına veri analizi, değişkenlerdeki değişiklikleri uzun bir zaman diliminde incelemeyi içerir.) |
|
|
Bereavement |
"Bereavement," İngilizce'de "yakın birinin ölümü nedeniyle yaşanan üzüntü ve kayıp" anlamına gelir. Bu kelime, bir kişinin aile üyeleri, arkadaşları veya sevdikleri kaybettiğinde hissettiği derin üzüntü ve acıyı ifade eder. Bereavement, ölüm sonrası yas sürecini, insanların kayıplarını kabullenme ve bu kayıpla başa çıkma sürecini de içerir. Bu kelime genellikle duygusal bir travmanın sonucu olarak yaşanan duygusal tepkileri tanımlamak için kullanılır. |
|
|
Complementary |
"Complementary," İngilizce'de "tamamlayıcı" veya "birbirini tamamlayan" anlamına gelir. Bu kelime, iki şeyin birbirini tamamladığı veya birlikte daha etkili olduğu durumları ifade etmek için kullanılır. "Complementary" aynı zamanda bir şeyin eksikliklerini veya zayıf yönlerini telafi eden diğer bir şeyi ifade eder.
Their skills are complementary, which makes them a strong team.(Yetenekleri birbirini tamamlayıcıdır, bu da onları güçlü bir ekip yapar.) The colors red and green are complementary on the color wheel.(Kırmızı ve yeşil renk tekerleğinde birbirini tamamlayan renklerdir.) The company offers a range of complementary products to enhance the user experience. (Şirket, kullanıcı deneyimini geliştirmek için bir dizi tamamlayıcı ürün sunar.) |
|
|
Roster |
"Roster," İngilizce'de "görev listesi," "nöbet listesi" veya "kadrolu liste" anlamına gelir. Bu kelime, belirli bir organizasyon, kurum veya ekip içindeki kişilerin, çalışanların veya üyelerin belirli görevleri, nöbetleri veya pozisyonları sırayla veya planlı bir şekilde yapma veya yerine getirme düzenini ifade eder. Roster aynı zamanda spor takımlarının oyuncularının veya ekiplerin listesi gibi farklı bağlamlarda kullanılabilir.
The hospital has a roster of nurses working in shifts around the clock.(Hastanenin saat fark etmeksizin vardiyalı çalışan bir hemşire kadrosu bulunuyor.) The sports team announced their roster for the upcoming season.(Spor takımı, yaklaşan sezon için kadro listesini açıkladı.) Please check the roster to see when you're scheduled to work next week.(Lütfen gelecek hafta ne zaman çalışmanız gerektiğini görmek için görev listesini kontrol edin.) |
|
|
Ward |
"Bölge" veya "mahalle": Bir şehir veya kasaba içinde belirli sınırlara sahip bir bölgeyi ifade eder. Özellikle belediye veya şehir yönetimleri tarafından kullanılır."Koruma altına alınan kişi veya grup": Özellikle çocuklar, yaşlılar veya zihinsel sağlık sorunları yaşayan bireyler gibi koruma veya gözetim gerektiren kişileri ifade eder. "Ward of the state" (devletin korumasındaki bir kişi) gibi ifadeler kullanılır. "Hasta yatağı" veya "hastane yatağı": Bir hastane veya sağlık kuruluşunda hastaların yattığı yatakları ifade eder."Koruma" veya "koruyucu önlem": Bir tehdit veya tehlike karşısında alınan koruyucu önlemleri ifade edebilir."Vasiyetname": Özellikle mülk ve miras konularında kullanılan bir terimdir. |
|
|
Per se, Intrinsically, Essentially |
"Per se" İngilizce'de "kendisi olarak, doğası gereği" anlamına gelir.
Using a fork to eat salad is not wrong per se. He wasn't a bad person per se; he just made some poor choices. Her artwork, per se, didn't win any awards, but it had a unique charm. The concept of freedom, per se, is highly valued in democratic societies. Success, per se, doesn't guarantee happiness. The law doesn't forbid it per se, but it's generally discouraged. Per se, there's nothing inherently dangerous about the activity. |
|
|
Withstanding |
"Withstanding," İngilizce'de "dayanmak, karşı koymak, direnmek" anlamına gelir.
The old bridge was able to withstand the heavy rain and flooding. Despite the criticism, she withstood the pressure and continued her research. The company's strong financial position allowed it to withstand economic downturns. The sturdy walls of the castle were built to withstand attacks from enemies. Withstanding peer pressure can be challenging for teenagers. His determination and resilience helped him withstand the challenges of life. |
|
|
Contention |
"Contention," İngilizce'de "anlaşmazlık, çekişme, mücadele" anlamına gelir.
There was a contention between the two neighbors over the property boundary. The contention between the political parties led to a heated debate. His contention is that technology has a negative impact on society. |
|
|
Tangibly |
"Tangibly," İngilizce'de "elle dokunur şekilde, somut bir şekilde" anlamına gelir.
The success of the project was tangibly demonstrated through increased sales. Tangibly, the new software improved efficiency in the company. Her efforts to improve the environment were tangibly visible in the cleaner air and water. The benefits of regular exercise can be tangibly felt in improved health. |
|
|
Prior to... |
"Prior to," İngilizce'de "öncesinde, önce, ...-den önce" anlamına gelir. We need to complete the preparations prior to the event. I had never visited that city prior to this trip. Please submit your report prior to the deadline. It's important to read the instructions prior to assembling the furniture. Prior to the storm, the skies were clear and sunny. |
|
|
Depletion |
"Depletion," İngilizce'de "azalma, tükenme, kayıp" anlamına gelir.
The depletion of natural resources is a global concern.
Overfishing has led to the depletion of fish stocks in the ocean.
The depletion of ozone in the atmosphere is causing environmental problems.
The depletion of energy reserves can lead to power shortages. |
|
|
Congestion |
"Congestion," İngilizce'de "tıkanıklık, sıkışıklık" anlamına gelir. The morning traffic congestion in the city can be frustrating. A cold can lead to nasal congestion and difficulty breathing. |
|
|
Fumes |
"Fumes," İngilizce'de "duman, gaz" anlamına gelir.
The toxic fumes from the factory posed a health hazard to the nearby residents.
Breathing in automobile exhaust fumes can be harmful to your health.
The firefighter wore a mask to protect against the thick smoke and fumes. |
|
|
Afflict |
Afflict," İngilizce'de "üzülmek, acı çekmek, sıkıntıya düşmek" gibi olumsuz bir durumu ifade etmek için kullanılan bir fiildir. The disease can afflict anyone, regardless of age or gender. Poverty continues to afflict many parts of the world. He was afflicted with a sense of loneliness after moving to a new city. |
|
|
Freight |
"Freight," İngilizce'de "yük, kargo, navlun" anlamına gelir. The freight on the cargo ship consisted of various goods from around the world. We need to calculate the freight charges for shipping these products. |
|
|
Inland |
"Inland," İngilizce'de "karasal, iç kısımda, denizden uzakta" anlamına gelir. The inland regions of the country experience extreme temperatures.
We're planning a vacation to an inland city far from the coast. Inland transportation costs can be lower than overseas shipping. |
|
|
Revert |
"Revert," İngilizce'de "geri dönmek, eski haline gelmek, tekrar yapmak" gibi anlamlara gelir.
After the renovations are complete, the house will revert to its original design. If you make changes to the document, you can always revert to the previous version. |
|
|
Ring roads |
"Ring roads," İngilizce'de "çevre yolu, şehir çevresini dolaşan yol" anlamına gelir. Bu tür yollar genellikle büyük şehirlerde trafiği hafifletmek ve şehir merkezini dolaşmak için kullanılır.
The ring road around the city helps ease congestion in the downtown area. We took the ring road to bypass the city center and reach our destination faster. The construction of a new ring road improved transportation in the region. |
|
|
Sprawl |
"Sprawl," İngilizce'de "yayılma, serpilme, büyüme" gibi anlamlara gelir. Aynı zamanda, bir şehir veya yerleşim alanının plansız ve düzensiz bir şekilde büyümesini ifade etmek için de kullanılabilir.
The city's urban sprawl has led to increased traffic congestion.
Suburban sprawl often results in the expansion of residential areas into rural land.
The company's rapid sprawl across multiple markets has made it a global player. |
|
|
Alienation |
"Alienation," İngilizce'de "yabancılaşma, uzaklaşma, ayrık düşme" gibi anlamlara gelir. His sense of alienation from his family grew as he pursued his career. The novel explores themes of alienation and isolation in modern society. The constant use of technology can lead to a feeling of alienation from real-life interactions. |
|
|
Croplands |
"Croplands," İngilizce'de "tarım arazileri, ekili araziler" anlamına gelir. Croplands are essential for growing food to feed the population. The fertile croplands of the valley yield bountiful harvests each year. Sustainable farming practices are important to preserve croplands for future generations. |
|
|
Surpass |
"Surpass," İngilizce'de "üstün gelmek, aşmak, geçmek" gibi anlamlara gelir. Her dedication and hard work allowed her to surpass her competitors. The new model of the car surpasses the previous version in terms of performance. His skills in mathematics surpassed those of his classmates. |
|
|
Geared to... |
"Geared to," İngilizce'de "uygun, odaklı, yönlendirilmiş" gibi anlamlara gelir ve genellikle bir şeyin belirli bir amaca veya hedefe yönlendirildiğini ifade etmek için kullanılır. The training program is geared to preparing athletes for the upcoming competition. The marketing campaign is geared to target a younger demographic. Our efforts are geared to improving customer satisfaction. The curriculum is geared to providing students with practical skills. |
|
|
Feasible |
"Feasible," İngilizce'de "mümkün, uygulanabilir, yapılabilir" anlamına gelir. The proposed project is feasible within the given budget. It's important to assess whether the plan is financially feasible. We need to determine if the timeline for completion is feasible. |
|
|
Deploy |
"Deploy," İngilizce'de "konuşlandırmak, görevlendirmek, kullanmak" gibi anlamlara gelir. The military decided to deploy troops to the border. The company plans to deploy a new software system next month. We will deploy our best employees to handle this important project. |
|
|
Law-enforcement |
"Law enforcement," İngilizce'de "kanun uygulama" veya "kanun yürütme" anlamına gelir. Bu terim, polis, jandarma, güvenlik güçleri gibi resmi otoritelerin kanunları uygulama ve suçları önleme görevini ifade eder. Law enforcement agencies work to maintain public safety and order. The role of law enforcement is to investigate crimes and apprehend suspects. Law enforcement officers undergo rigorous training to handle various situations. |
|
|
Thorny |
"Thorny," İngilizce'de "dikenli, zorlu, sıkıntılı" gibi anlamlara gelir. The thorny bushes made it difficult to walk through the forest. Dealing with that thorny issue requires careful consideration. Finding a solution to the thorny problem proved to be a challenge. |
|
|
Claimants |
"Claimants," İngilizce'de "talep edenler, hak iddia edenler" anlamına gelir. Genellikle bir hak, mülkiyet veya tazminat gibi bir şeyi talep eden kişileri ifade etmek için kullanılır. The claimants of the inheritance are disputing the will. The insurance company is processing claims from multiple claimants. The court will hear arguments from both claimants in the case. |
|
|
Fraud |
"Fraud," İngilizce'de "sahtekârlık, dolandırıcılık, hile" gibi anlamlara gelir. Bu terim, insanları yanıltmak veya haksız kazanç elde etmek amacıyla yapılan yasa dışı veya hileli faaliyetleri ifade eder. He was convicted of fraud for his involvement in a Ponzi scheme. Identity theft is a common form of financial fraud. The company's financial statements were manipulated to commit fraud. |
|
|
Mushroom to... |
"Mushroom to..." ifadesi İngilizce'de bir şeyin hızla veya hızla büyüdüğünü veya geliştiğini ifade etmek için kullanılır. Genellikle olumsuz bir durumu veya sorunu tanımlamak için kullanılır. Crime rates have mushroomed in the city over the past year. The city's population has mushroomed, leading to increased traffic congestion. Inflation has caused prices to mushroom in recent months. |
