• Shuffle
    Toggle On
    Toggle Off
  • Alphabetize
    Toggle On
    Toggle Off
  • Front First
    Toggle On
    Toggle Off
  • Both Sides
    Toggle On
    Toggle Off
  • Read
    Toggle On
    Toggle Off
Reading...
Front

Card Range To Study

through

image

Play button

image

Play button

image

Progress

1/11

Click to flip

Use LEFT and RIGHT arrow keys to navigate between flashcards;

Use UP and DOWN arrow keys to flip the card;

H to show hint;

A reads text to speech;

11 Cards in this Set

  • Front
  • Back

oyalanmak, geçmek bilmemek

"Linger," İngilizce'de "süregelmek" veya "vakit geçirmek" anlamına gelir. İşte örnek cümleler ve Türkçe açıklamaları:1. She likes to **linger** at the park after school. (Okuldan sonra parkta vakit geçirmeyi sever.)2. He didn't **linger** at the party; he left early. (Partide uzun süre kalmadı; erken ayrıldı.)3. The sweet scent of the flowers made her **linger** in the garden. (Çiçeklerin tatlı kokusu, onu bahçede vakit geçirmeye zorladı.)4. Her smile **lingered** in his memory for days. (Onun gülümsemesi günlerce hafızasında kaldı.)Noun (isim):5. The **lingering** of the sun in the sky at sunset is beautiful. (Güneşin batarken gökyüzünde süregelmesi güzeldir.)Verb (fiil):6. Don't **linger** too long; we have to be on time. (Çok uzun süre beklemeyin; zamanında olmalıyız.)7. The smell of fresh bread made him **linger** in the bakery. (Taze ekmek kokusu, onu fırında vakit geçirmeye zorladı.)Adjective (sıfat):8. The **lingering** fragrance of the perfume was delightful. (Parfümün süregelen kokusu çok hoştu.)

women's underwear nightclothes

lingerie


tf: loncurey

nesneleştirmek, somutlastirmak v


nesneleştirme n


tarafsız bir şekilde adv

objectify


objectification


objectively


"Objectify" İngilizcede "nesneleştirmek" anlamına gelir. İşte örnek cümleler:1. Verb (Fiil): - He tends to **objectify** women by only focusing on their physical appearances. (Kadınları sadece fiziksel görünümlerine odaklanarak nesneleştirme eğilimindedir.) - The artist aimed to **objectify** his emotions through his sculptures. (Sanatçı, heykelleri aracılığıyla duygularını nesneleştirmeyi amaçladı.)2. Noun (İsim): - **Objectification** of individuals can lead to serious social issues. (Bireylerin nesneleştirilmesi ciddi toplumsal sorunlara yol açabilir.) - The **objectifications** of these concepts in the book are quite profound. (Kitaptaki bu kavramların nesneleştirilmesi oldukça derin.)3. Adjective (Sıfat): - The **objectified** image of beauty portrayed in the media can be harmful. (Medyada sunulan güzellik nesneleştirilmiş imge zararlı olabilir.) - She felt uncomfortable with the **objectifying** comments made about her appearance. (Görünüşü hakkında yapılan nesneleştirici yorumlardan rahatsız hissetti.)4. Adverb (Zarf): - He looked at her **objectively** and considered her qualifications for the job. (Ona nesnel bir şekilde baktı ve iş için niteliklerini değerlendirdi.) - The artist tried to represent his feelings **objectively** through his paintings. (Sanatçı, duygularını resimleri aracılığıyla nesnel bir şekilde temsil etmeye çalıştı.)

doktora tezi

"Dissertation" kelimesi İngilizcede "tez" anlamına gelir. İşte örnek cümleler:Noun (İsim):1. She is working on her dissertation. (O, tezi üzerinde çalışıyor.)2. His dissertation was well-researched. (Onun tezi iyi araştırılmıştı.)Adjective (Sıfat):1. The dissertation topic is challenging. (Tez konusu zorlu.)2. His dissertation work is impressive. (Onun tez çalışması etkileyici.)


...dan beslenmek, motivasyon kaynağı olmak v

"Thrive on" İngilizce'de "başarılı olmak, gelişmek veya ilerlemek" anlamına gelir. İşte örnek cümleler:1. Verb (Fiil): - She thrives on challenges. (Zorluklardan başarıyla çıkar.) - The company thrives on innovation. (Şirket, yenilikten beslenir.)2. Noun (İsim): - Success is his thrive-on. (Başarı, onun için motivasyon kaynağıdır.)3. Adjective (Sıfat): - He has a thriving business. (O, gelişmekte olan bir işi var.) - Their thriving relationship is inspiring. (Onların gelişen ilişkisi ilham vericidir.)4. Adverb (Zarf): - She adapts quickly and thrives on change. (Hızlıca adapte olur ve değişiklikten beslenir.)

buluş, düzenek n


planlamak, tasarlamak v


yapmacık adj


yapmacık bir şekilde adv

contrivance


contrive


contrived


contrivedly


"Contrive" kelimesi "planlamak" veya "hile yapmak" anlamına gelir. İşte örnekler:Noun (İsim):1. She had a clever contrivance to solve the problem. (O, sorunu çözmek için akıllıca bir planı vardı.) 2. The contrivance of the new gadget was impressive. (Yeni cihazın tasarımı etkileyiciydi.)Verb (Fiil):1. He contrived a way to escape from the locked room. (O, kilitli odadan kaçmanın bir yolunu buldu.) 2. They contrived a surprise party for her birthday. (Onun doğum günü için sürpriz bir parti düzenlediler.)Adjective (Sıfat):1. His contrived smile didn't fool anyone. (Onun uydurulmuş gülümsemesi kimseyi kandırmadı.) 2. The contrived story sounded fake. (Uydurulmuş hikaye sahte görünüyordu.)Adverb (Zarf):1. She spoke contrivedly, trying to sound convincing. (İkna edici görünmeye çalışarak yapmacık bir şekilde konuştu.) 2. He smiled contrivedly, knowing it was all an act. (Hepsi bir oyun olduğunu bildiği için yapmacıkça gülümsedi.)

saf adj


saf gibi adv


saflık n

"Gullible," İngilizce'de "kolay aldanabilen" anlamına gelir. İşte örnek cümleler ve farklı formlar:1. He is so gullible that he believes everything he hears. (O, duyduğu her şeye inanacak kadar kolay aldanabilen biridir.) [Adjective]2. She gullibly accepted the stranger's offer without question. (Yabancının teklifini sorgusuz sualsiz kabul etti.) [Adverb]3. Don't gullibly trust everyone you meet online. (İnternet üzerinde tanıştığın herkese sorgusuz sualsiz güvenme.) [Adverb]4. Her gullibility often leads to trouble. (Onun kolay aldanabilirliği genellikle sorunlara yol açar.) [Noun]5. People who gullibly follow trends are easily influenced. (Akımları sorgusuz sualsiz takip eden insanlar kolayca etkilenebilirler.) [Adverb]6. He gullibly fell for the scam artist's tricks. (O, dolandırıcı sanatçının hilelerine kolayca düştü.) [Adverb]7. Being gullible can put you at a disadvantage in negotiations. (Kolay aldanmak, müzakerelerde dezavantajlı duruma düşmenize neden olabilir.) [Adjective]8. The gullibility of the public was exploited by the con artist. (Halkın kolay aldanabilirliği dolandırıcı tarafından sömürüldü.) [Noun]

oluşturmak, teşkil etmek v


anayasa, tüzük, oluşturma n


oluşturucu, yapı taşı adj

"Constitute," İngilizce'de "oluşturmak," "teşkil etmek" anlamına gelir. İşte örnek cümleler ve farklı formlar:1. Education and hard work constitute the foundation of success. (Eğitim ve çalışkanlık, başarının temelini oluşturur.) [Verb]2. The committee will constitute a new team for the project. (Kurul, projeye yeni bir ekip oluşturacak.) [Verb]3. The constitution of this country outlines the basic rights of its citizens. (Bu ülkenin anayasası, vatandaşlarının temel haklarını belirler.) [Noun]4. The constitutive elements of a good essay include a strong thesis and supporting evidence. (İyi bir makalenin oluşturan unsurları, güçlü bir tez ve destekleyici kanıtlardır.) [Adjective]5. Their actions constitute a violation of company policy. (Onların eylemleri, şirket politikasının ihlalini oluşturur.) [Verb]6. He constituted himself as the leader of the group. (Kendisini grup lideri olarak teşkil etti.) [Verb]7. The committee's decision constitutes a major change in our approach. (Kurulun kararı, yaklaşımımızda büyük bir değişikliği teşkil eder.) [Verb]

sürdürmek devam etmek

"Perpetuate," İngilizce'de "sürdürmek" veya "devam ettirmek" anlamına gelir. İşte örnek cümleler:1. Their actions only serve to perpetuate the cycle of violence. (Onların eylemleri, şiddet döngüsünü sürdürmeye hizmet eder.)2. The organization aims to perpetuate the cultural heritage of the region. (Kuruluş, bölgenin kültürel mirasını sürdürmeyi amaçlar.)3. Using this technology can perpetuate the tradition of storytelling. (Bu teknolojiyi kullanmak, hikaye anlatma geleneğini devam ettirebilir.)

kendi kendini sürdüren

self-perpetuating


self-sustaining


self-maintaining

izole etmek, yalıtmak v


izolasyon, yalıtım n

insulate, isolate v


insulation, isolation n1. Verb (Fiil): - They insulate their homes to save on energy costs. (Evlerini enerji maliyetlerinden tasarruf etmek için yalıtırlar.) - He insulated the attic to keep it warm in the winter. (Kışın ısınması için çatı katını yalıttı.)2. Noun (İsim): - Good insulation is essential for energy-efficient homes. (İyi yalıtım, enerji verimli evler için önemlidir.) - The insulation in the walls keeps the house warm. (Duvarlardaki yalıtım evi sıcak tutar.)3. Adjective (Sıfat): - Insulated windows help reduce noise from outside. (Yalıtılmış pencereler dışarıdan gelen sesi azaltmaya yardımcı olur.) - An insulated jacket is perfect for cold weather. (Yalıtılmış bir mont soğuk hava için mükemmeldir.)4. Adverb (Zarf): - He wrapped the pipe insulation tightly. (Boru yalıtımını sıkıca sardı.) - The room was well insulated, so it stayed warm. (Oda iyi bir şekilde yalıtılmıştı, bu yüzden sıcak kaldı.)